Cuma, Temmuz 30, 2010

Maziden bir terör tipi: Temizlikçi terörü...

Malum, tatildeyiz. Koşturmaca hakim. Sürekli bebek eşyası taşımalar, sahilden eve, evden sahile. Kural: bütün ama bütün oyuncak ve ıvır zıvırı alıp koca çanta sahile inmek ama illa ki o gün oynayacağı oyuncağı unutmak.
Mazur görün, düzenli bir akış olmayacak. Bir oradan, bir buradan aklıma gelenler, e-posta kutuma düşen karikatürler...

Türkiye'de sokakta hamile ve/ya yeni anneye uygulanan sözel terörün dünyada bir başka benzeri var mıdır acaba? Konuşmak istesen de istemesen de seninle sohbete başlayan hiç tanımadığın bir kadının söyleyebilecekleri mesela. Hamileyken "Senin çatın dar, doğal doğuramazsın." diyenler mesela. Kardeşim nereden anladın, gözünde X ışını mı var?
Bir de güncelliğini hiç kaybetmeyen "Daha bunlar iyi günlerin!" grubu var. En yaygın ve baskın grup bu diyebiliriz. Öyle ki modası hiç geçmeyen bir söylem bu. Tahminimce gizli gizli buluşup hem kendilerine yandaş buluyor, hem de olası kurbanlarını ve vurucu söylemlerini belirliyorlar, hem de Türkiye'nin dört bir yanında.
-Hamile misin? Bunlar iyi günlerin, bilesin! (Bunun ilk, orta ve son trimester için aynı versiyonları mevcut.)
-Yeni doğum mi yaptın? Bunlar iyi günlerin, bilesin!
-Bebeğin 0-3 aylık mı? Aman kıymetini bil, bunlar iyi günlerin.
-Bebeğin 3-6 aylık mı? Kafasını kaldırıyor mu? Hadi kıymetini bil, bu günler bitecek.
-Bebeğin sıralıyor mu? Bittin sen, son bir kaç günün, sonrasını ne sen sor, ne ben söyleyeyim.
Sormamıştım ki zaten???
Üstteki karikatür durumu iyi anlatıyor aslında. Hamile kadının t-shirtünde yazanlar: "Doğum 6 Mayıs'da bekleniyor. Kız olacak. Hayır, karnıma dokunamazsınız. Size de iyi günler."
Denizhan oldu olacak neredeyse 1 yaşında, hala bu "Bunlar iyi günlerin!" grubunun üyeleri beni farklı coğrafya ve koşullarda bulup repliklerini söylüyorlar: "Bilesin, iyi günlerin bunlar. Yakında bitecek. Öyle bir patlayacaksınız ki alimallah!" Düşün yakamdan, inanmıyorum artık size! Eskiden "acaba?" diyordum. Şimdi bana böyle bir sürü olumsuz kehanet bildirene ben de diyorum ki, "Di mi? Daha kolej sınavları, sonra ergenlik var, o bitti askerlik, düğün var. Çocuk işte, derdi bitmiyor,di mi?" Bunu diyince bir kal geliyor bu sefer onlara, nedense.
***

Bir arkadaşım göndermiş, ben kesinlikle en sağdaki olurdum:) 
Kutukafa görüp OİP'i anmamak elde mi?
Hamile Mayosu yarışması

***
Son yazılarımdan ikisinde bahsettiğim müezzin olayı aklıma başka bir şey getirdi. Doğum yaptığımın ertesi günü. Bizim temizlikçimiz "Ben bir köye kadar gidip geliyorum hemencecik." dedikten 3 ay sonra bile ortada olmadığından henüz sürekli birini bulamamışız. Bir de bekliyoruz ki geldi gelecek, eli kulağında. Baktık bebek doğdu, Gül abla hala firarda nihayet bir hanım bulundu ama ancak ve ancak doğumdan sonraki günlerde müsait. Ona da tamam dedik. Hatun kişi geldi. Son derece mutaassıp biri olduğu anlaşılıyor. Onun inancı ona, benimki bana derim zaten.
Ama o iş öyle olmadı. Denizhan 3 günlük bebek, ağlıyor da ağlıyor. Ben 3 günlük acemi anne, nedeni bilinmez ağlayan bir bebek, evde dip köşe temizlik balamış, her yer her yerde. Kadın içeriden bağırıyor, hafif azarlar bir tonda:
-Hala susturamadınız mı şu bebeyi?
Az sonra yeniden nasıl bağrınıyor ve elektrik süpürgesine rağmen kendini duyurmayı başarıyor:
-Şuncacık bebeği ağlata ağlata tükettiniz.
Ben içeride "Ya sabır!" çekip devam ediyorum. Zaten ağlayan bir bebek ve acemi anne ikilisi yeterince kaotik bir durum bir sen eksiktin be kadın diyerek.
Sonra aklıma geldi, hamileliğim boyunca da dinlettiğim "Buena Vista Social Club" cd'sini koydum ki benim için büyülü bir müziktir. Dinleyinde rahatlar, gevşer, kedi gibi olurum. Bizim Denizhan önce biraz dinler gibi olup, sonra gene çığlığı patlatınca sonunda kadın da bombayı patlattı:
-Bizim kızın ikizlerini doğduklarından itibaren ilahi ile büyüttük. İlk günden beri adam gibi oldular. Kimse seslerini bilmedi, ağlamadılar hiç. Direkt konuşmaya başlayana dek kimse duymadı sesleri nasıl. Yüce rabbimin işi işte.
Nasıl yani? Bir daha bizim eve giremedi tabi hanım. Nedir bu yahu? Bu ne baskı, bu ne hiddet? İnsanlar ne kadar anlayışsız birbirine, hele ki hamileye, yeni anneye???
Kadın gittikten bir hafta sonra bir şey daha farkettik. Bize yakın bir arkadaşımızın getirdiği bir biblolar vardı. "Beraber yaşlanın inşallah." diyerek getirdiği bir yaşlı kadın ve erkek figürü. Mıknatıslı ve öpüşüyorlar, masumca, minik bir öpücük. Hanım gitmeden bu figürleri de kütüphanenin birbirine en uzak iki köşesine yerleştirerek evimizi biraz olsun ahlaka uygun hale getirmeyi ihmal etmemişmiş.(Fotograftaki çiftin yaşlı hali- hatta tonton ve daha şirini)

Not:Müezzin kural dışı hareket ederek anneyi bu gece altetti. 5 dakika erken okudu saatinden. Ama dediğim gibi kuraldışı hareket, sayılmaz :)
Not2:Bu yazıları cep telefonu gibi minicik bir ekrandan yazmaya başlayalı beri zaten sıkışık zamanlarda yaptığım bu yazma işi iyice zorlaştı. Bugün bir pc'ye kuruldum istisnai bir durum olarak. Bir de yazılımların birbiriyle dost olmamasından dolayı eksik kalıyor yazılar, fotograf ekleyememiyorum misal. Görüntüleme ekranı da küçük olduğu ve içinde kaydırma yapmadığı için metinin giriş-gelişme-sonuç bölümlerini iyice dağıtabiliyor, sonra da edit edemiyorum?
Konuyu biraz araştırıp, uygun ara yazılım arayınca gördüm ki sırf bu nedenle google ve apple saydıran pek çok milletten sayısız blogger varmış meğer, geçmiş olsun hepimize şimdilik:) Fotografları ara ara bağlanıp sonradan yazılara monte etmeye devam edeceğim herhalde.

Perşembe, Temmuz 29, 2010

Emzirmeli mi?

Bu yazı ile bir emzirmek için annelere baskı yapma amacında değilim. Sadece kafaların karıştığı bir konuda bildiğim kadarıyla çorbaya tuz katmaya çalışacağım. Pek çok ebe ve hemşire ile yaptığım sohbetlerde öğrendim ki Anadolu'da bile artık emzirme oranları düşük. Neden derseniz muhtelif, "bebek doymuyor" olarak özetlenebilecek hısım akraba baskısı ya da terörü en başta geliyormuş.Abadolu'da emzirmenin yerini mamanın almasına çok çok şaşırdım, demek ki kökünden özünden kopan bir tek biz şehirliler değiliz artık. 
Başlığa dönersek EMZİRMELİ Mİ?
Bu sorunun cevabı bana göre tek: EVET!
Yani bir sağlık sorunu, özel bir durum falan olmadığı sürece bebek emmeli, anne emzirmeli. Neden derseniz, 
Bebeğe çok faydalı. Hem de o bebeğin ihtiyaçlarına özel hazırlanmış benzersiz bir ürün. Aslında fazla sözü geçmeyen bir şey var: anne sütünün içeriğini bilim hala tam olarak çözemedi. Şu anda bize alternatif olarak sunulan mamalar ise aslında içeriğini tam olarak çözemediği halde anne sütünü taklit etmeye çalışmaktan öteye gidemiyor.
Anneye çok faydalı. İnsanlık tarihinde ilk kez günümüzde şehir nüfusu kırsal nüfusu geçti. Bu demek ki artık şehirleşmenin getirdiği daha farklı bir ekonomik ve sosyal düzen var. Artık büyük aileler az, aynı evde hamileler, doğuranlar, boy boy çocuklar çok çok az. Şimdilerde anneler kendilerini bir çocuk doğururken o kadar yalnız ve çaresiz hissediyorlar ki giderek daha fazla anne lohusa sendromu yaşamaya başlıyor. Oysa emzirirken salgılanan oksitosin yani doğal aşk ve mutluluk hormonu. Hem anne rahatlıyor, hem bebeğine de geçen bu hormonla babaları kıskandıran aşk başlıyor.
Ben şanslıydım sanırım bu konuda. Kendi annem benim kadar desteklenmemiş daha lohusayken. Oysa benim yanımda benim kadar heyecanlı ve yanlış yapmaktan korksa da hep destek olan eşim, doğum koçum Asude Ebem ve gece gündüz telefonuma koşan bebek hemşiresi Meltem Ünal vardı.
***
Oysa bakıyorum da çevreme normal nedir diye herkesin kafası çok karışık. Bir yanda Emzirmenin göğüslerini bozacağını düşünerek emzirmeyenler, bir yandan süt kalitesi, bebek aç martavalları ve baskısıyla emzirmeyenler ya da illa emzireceğim ama sütüm az diye mide ilacının yan etkisiyle sütünü arttırmaya çalışanlar. Bir tuhaflık yok mu bu resimde? 
***
Denizhan'ın haftaya doğum günü. Hala emziriyorum. Gerçi artık bu benim yaptığım bir eylem değil, Denizhan istediği zaman sahil, sofra, kanguru seyahati demeden, tshirt yakası, gömlek düğmesi yazık demeden, aşıyor engelleri, açıyor ve içiyor. Biz de kendimizce ortama ayak uyduruyoruz. Babası yanımızda gazete okuyor falan.
Geçen 11.5 aya bakınca tabi ki çeşitli sıkıntılarımız oldu da, aşılmayacak şeyler değilmiş hiçbiri. Artık herkes duysun, bilim kanıtladı ki sütü yapan "U"lu üç şey: SU, UYKU, HUZUR. Bir de Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu'nun kitabından öğrendiğim Dereotu, ki doğal rahatlatıcıdır, ile yola devam ediyoruz. Yoğurtla ince kıyılmış dereıtunu günde 1-2 kere yemekten önce götürün, foşur foşur diyeyim bven size. (Ki ben Denizhan'ın alerjisinin teşhis edilememesi ile aylar boyu uyuyamadım.) 
Fotograflarda Denizhan 3 günlük. O gün ben bir 20 kilo daha fazla kütlemle yer kaplıyorum evrende, hacim hesabına mümkünse hiç girmeyelim:) Bir emzirme seansı sonrası (sonrası derken aslında o günlerde emzirme işi hiç bitmiyordu ki:P ) biraz da Ali'nin çektiğini bilerek gülümsemişim galiba. Diğer fotograf ise kendini anlatıyor.
***
Lafı fazla uzatmadan bu işe "Herkesler emzirsin." diyerek gönül koyan iki annenin ilgili yazılarına bağlantı veriyorum. Bütüne katkınız için teşekkürler AyçA ve Açalya.

Not: Bu blogu okuyanlar bilir ki AyçA aynı zamanda benim doğum fotoğrafçım. İkimizin de bebekli/çocuklu olmaktan dolaylı kısıtlı zamanlarında emzirme ve sağlıklı beslenme konularında öyle güzel motive etmiştir, ilham vermiştir ki, anlatamam. O olmasa hala göğüs adaptörü kullanıyor olabilirdim belki de, ya da onun bürokrasisinden yorulup bırakır mıydım emzirmeyi, kimbilir. Sezar'ın hakkı Sezar'a. Ben yazdıkça kulakların çınlayacak bilesin AyçA:)

ve 5 ve 6!

  • Denizhan tatile bayıldı. Gerçekten de yeşilde, denizde, açık havada çocuklar ayrı bir mutlu. Hem daha bir semirdi mi ne? %10 kilo eğrilerinden %50'leri gördük. Bundan iyisi şaöda kayısı. Aman dert etmiyorum onu. Doktoru dedi, kurtlu kaşar bu, sadece boyuna bakıyoruz, uzuyor, tamam o zaman sorun yok:)
  • 5. ve 6. dişlerimiz merhaba demiş ve hatta biraz kalantorlamışlar bile, nasıl göremedim bugüne dek, hayret.
  • Uykusunda bile Music Together parçalarını mırıldanıyor. Yapıncak bu nedir, orkestra mı kaçtı oğlumun içine:)
  • Tek ve daha da rahatı iki elinden biri tutarsa yürüyüp gidiyor. Arada tek veya iki adım atıveri-yor. Ama bir anda, canı isterse, sürekli değil.
  • Sağdaki kareyi İstanbul'da salonun köşesindeki oyun odasında çekmiştik. Bizimki orada düz duvara tırmanmaya başllamıştı. Merak ediyorum, İstanbul'a dönünce bu çocuğu kim ve nasıl oyalayacak? Burada tatilde günde iki kez denize girip, çimen, ot , böcek peşinde koşup, merdivenli evlerin merdivenlerini günde 10 kez çıkan bir tip kendisi.
  • Güncel foto sıkıntımız hem aktarma kablosundan, hem de gün içindeki deli koşuşturma nedeniyle annenin beyninin "error/hata" vermesinden dolayı devam ediyor. CTRL+ALT+DELETE yapacak beri gelsin.

Çarşamba, Temmuz 28, 2010

Muğla için ezan vakti...

Bir önceki postumda bahsettiğim tatil beldesinde ezan sesinden -hele ki bizim müezzinin ses sistemi ve uzata uzata okuması da olunca- korkan çocuklar vardı bizim sitede.Öğrendim ki 2 grup daha çocuk varmış: Ezanı müzikal bulup 'Eaaaah' misali sese katılarak koro oluşturanlar ve ezan boyunca amin, amin diyerek katılanlar:) Biz dehşetle ağlayanlar grubundayız, ki biz camisi bol üsküdar'da oturuyoruz ve oradaki ses düzeyi sadece bilgilendirici düzeyda olduğu için bizim Denizhan uyuyor da olsa, uyanık da olsa ezan sesinden ürkmezdi. Neyse ki iphone var. Telefonumda her daim açık web sitesi Muğla namaz saatleri. Böylece ezan okunmadan birkaç dakika önce oğlumun odasının camlarını kapatıp uykusunu devam ettirmesini sağlıyorum. Sonra gene açıyorum pencereleri, bu sefer içeri canım cırcır böceklerinin sesi doluyor, bir nevi white noise(ana rahmini taklit eden ses) ;)Böylece turistsever müezzinin dehşet yüksek ses sistemini alt ediyoruz.

Caminin Ses sistemi 0 - Uyanık anne ve cırcır böcekleri 1, oley!

Pazar, Temmuz 25, 2010

Uyku şart!

Bebeğinin uykusu için delice şeyler yapabilme potansiyeline sahiptir bir anne. En azından ben öyleyım:)Bizimkisi çok hassas bir bebek olmasa da çok meraklı, uyuduğu sırada gelen sesi tanimaya sonra da kaynağa ulaşmaya çalışır.
Bodrum'un koylarından birindeki annemlerin yazlığına gelince işler karıştı. Buradaki yıllar önce sosyete, mankenler ve başka bir ekibin yercih etmeyeceği kadar sakin olduğu için seçmişlerdi,basit bir köy, boş bir kumsal.Oysa geçen yıllar burada da çok şeyi değiştirdi. Sahildeki terzi dikiş makinesinin yerine koyduğu tost makinesinde bize yıllarca tost ve eşinin güzel köftelerini sattı. Şimdi akşamları tıklım rezervasyonlu bir restoran.Yanında istanbulun Reina'sına isim ve dekorasyonuyla öykünen bir restoran, onda da yer yok. Bu restoranlardan gelen müzik seslerine bizimkinin itirazı pek yok, hatta uykudan gözleri kapalı yarı baygın halde uykuya gitmek ūzereyken elini havaya kaldırıp müzikle sallaması da rutin hareketler arasına girdi. Zaten bizim istanbuldaki evin arkasinin bir nevi kuş cennet olmasından dolayı doğa seslerine alışık.
Şimdi bu çok bilinmeyenli uyku matrisimize yeni bir öge eklendi- köyün koy kısmından sorumlu müezzin. Hikaye şöyle başlıyor.Bu müezzine geçen yaz köye gelen ingiliz turistler gidip beğeni ve tebriklerini iletmişler. Bu beğeniye layık olmak isteyen müezzin ise hem hoparlörün sesini sonsuza çıkarmış. Ayrıca da ezan okurken hakkini vermek için uzuuun uzuun okuyup, eslerde uzun uzun bekleyip normal süresinin 3 katına cıkartmış bulunuyor. E dolayısıyla çevremuzdeki tüm bebek ve çocuklar çığlık çığlığa ağlamaya başlıyorlar hem de özellikle gece uykularına denk gelen akşam, yatsı ve imsak vakitlerinde.Oysa bizimki üsküdarda oturmamız nedeniyle ezana falan alışıktır ama bu ses bildiğiniz gibi değil, müezzin sanki yan odada. Zaten bizimki de ağlarken adamcağız kapının arkasında zannedip kapıya bakarak ağlıyor. Bir de mūezzinden korkup ağladığında beni es geçip direkt babasına yōneliyor.Dr. Karp'ın dediği ilkel mağara adamı dūrtūleriyle fiziki gūcūn babada olduğunu biliyor galiba:)

Başka bir GIDA isteruk!

Dun tam da korktugumu yapti oglum ve bir onceki yazida bahsettigim belgeselin yayinlandigi gece uykuya zor gitti, ben de kacirdim belgeseli.Ufladim, pufladim biraz. Sonra dun tesadufen ogleden sonra acinca NTV'yi -ki tamamen sans, hele yazlikta hic TV acmiyoruz- belgeselin sondan%70'ini seyredebildim. Sans:)
Bir onceki yazima Benden Bizden Banu'nun yorumunu da bahsi gecen filmi izledikten sonra okuyabildim. Hakli yorumunda- bugunun kosullarinda bu boyle. Ama farkli bir dunya mumkun;)
Gercek gidaya ulasmak zahmetli ve pahali. Ote yandan filmin finalinde anlatilan bir olay cok enteresan. Diyor ki: Ortalama bir market musterisi kendisini zincirin sonundaki halka olarak gorse de aslinda durum tar tersi. Piyasa ve marketler tuketicinin egilimine gore pozisyon almak durumunnda diyor. Bir de ornek veriyor, kasa satisi veustero egilimine bakan Walmart buyume hormonu içeren hiçbir süt satmama karari almis. Walmart ki akla gelebilecek en büyük market zincirinin ta kendisi olurlar gezegenimizdeki. Demek kiistememiz lazim. Biz istersek anam babam usulü tarim da yapilir, nohuttan maya hazirlayan firinlar her kosede acilir. Biz talep edersek piyasanin kurallari degisir ve cogunlugun istedigi gidayi temin etmek daha verimli ve karli olur.Bu konuda su yaziyi okumanizi oneririm- allah blogger'in tepesinden baksin, demin link verdim, simdi calismiyor diyerek: http://fikirsahibidamaklar.blogspot.com/2010/06/bugun-pazartesi.html
Fikir Sahibi Damaklar bir kooperatif kurmayi istiyordu. Aslinda piyasanin buyuk oyunculari bizim icin yeni standartlari rehavetle degerlendiredursun, en akla yakin ve hizli cozum budur.Aracilari ortadan kaldirarak, bildiginiz eski domates fidesini diken koyluye , 7 kat urun veren genetigiyle oynanmis olani degil,destek olabilmek.
Telefondan baglanmak yazi yazmak ve blog okumak benim icin tam bir karin agrisi. Ustune blogger buradan acinca fotograf da yukletmiyor.Cok can SIKICI.)

Cuma, Temmuz 23, 2010

Yemekten önce izlemeyin...

Sütçümüz Aysun hanım mail yoluyla haber verdi, ben de merakla bekliyordum nereden izleriz diye. Bir meteor Muğla'ya çarpmazsa veya 11.5 aylık oğlumuz Denizhan "Uyumam, illa ki bu gece gece Bodrum'a akacağım." demezse izleyeceğim:

NTV Yeşil Ekran’nın yine çok ses getirecek 2010 Oscar adayı belgesel filmi 'Gıda A.Ş./Food,Inc.' 23 Temmuz Cuma saat 22.00’de NTV’de.



Esas iş aileme izlet(ebil)mekte. Diyorum bir mucize olur da onlar bu belgeseli izler, izledikten sonra da ben fellik fellik organik gıda -en azından ilaçsız, anam babam usulü tarım ürünü ararken- dalga geçmezler. Denizhan'a dışarıda bilmediğim yerlerin şeylerini yedirmiyorum diye sessizce bakmazlar.Olsun ben de kendimce onları korkutuyorum aklımca, dün dedim ki: "Bunlar iyi günlerim, ileride kutulanmış/paketlenmiş hiç bir ürün kullanmayacağım." Pöh, kesin çok etkilendiler bu tehdidimden, en çok da Ali :P

Cumartesi, Temmuz 17, 2010

Bodrum bodrum...

*Bu yazıyı yayınladıktan bir gün sonra bir bağlantı bulup sağdaki resmi ekledim:)
iphone'dan yazıyorum, bu nedenle ne bir ses, ne bir nefes, ne de resim ekleme sansim yok. Siz şimdi kendi zihninizden MFÖ'den Bodrum bodrum'u çalmaya başlayın lütfen.
Bugün sahilde bir barın önündeki panoda okudum:
Hayatta her derde deva olan tuzlu sudur. Ter, gözyaşı ya da deniz...
Sevdim bu lafı:)
Bir türlü yazamadım, kısa notlar atayım.
•Geçen pazar Denizhan iki adım attı.Babasının sağlamcı minik adamı ancak yatağında attı o adımları.
•Bodrum'daki ev merdivenli. Bu yeni nesne - ev içi oyuncak onun için - için deli oluyor ve günde 5 kere falan çıkıyor kendisi ve bittabi eskortu ben. Gorseniz dehşet merdivenler, arkası açık.
•Dedesinin alıp, babasının balkona kurduğu havuza bayıldı. Sabah kalktığı andan gece yatana kadar hep içine girmek istiyor. Deniz ise daha ürkütücü şimdilik, henüz belimize kadar girdik 3. günümüzde. Bugün ayak çırpıp çok eğlendi.
Not: Bar derken pusetle beraber barın önünden geçmemm kastettim. Ali de iş için şehir dışında. Henüz gecelere akamadık. Yoksa sahildeki gerçek Cuba Orkestrası'nda aklım. Oğlumu uyuturken, bir yandan da onların çaldıkları Buena Vista Social club parçaları ulaşıyor odamıza , aklımı çeliyor:)

Perşembe, Temmuz 15, 2010

Psst...

Merhabalar. Merak edenler, mail atanlar, soranlar olmuş, kusura bakmayın, Tatildeyiz:) Tatile hazırlanırken, ardından gelince yaşadığımız güzel anlar fotograf makinesinde. Makinenin data aktarım kablosu ise firarda. Bir bulalım, burada buluşuruz:)
Not: Bu sene annelik kartımı kullandım. Yıllardır çıkmadığım tatillerin acısını çıkarırcasına 5 Eylül'e dek -bir değişiklik olmazsa- Bodrum'da Denizhan'ın babaannesinin Turgutreis'deki evi ve anneannesinin Gündoğan'daki evi arasında köşe kapmaca oynayacağız. Şimdilik part-time da sayılmaz, azıcık-time çalışıyorum.
Stop:)

Cumartesi, Temmuz 10, 2010

Mutfakta biri mi var?

Yok, merak etmeyin henüz yemek bloguna dönmedim, dönmem de:) Bir erkek çocuğunun adını bloga verip de öyle bir şey yaparsam mazaallah topa koyarlar. Bir de sürekli yemek konusunda yazmam, haddimi bilirim:)
Mutfakla ilişkim neredeyse hiç yoktu yıllarca. Dışarıdan yemekten de hiç gocunmazdım, eşim de hiç dertlenmezdi. Sonra yavaş yavaş dışarıda yediğim şeyleri seçer oldum, kimi yerin yağını, kiminin malzemesini beğenmedim. Daha sağlık hakkında düşünür oldum. Derken oğlum hayatımıza dahil olurken, bu konunun pek şakaya gelir tarafı olmadığını, yaşadığım şartların benim çocukluğumdan beri çok değiştiğini görmeye başladım. Sonra bir gün AyçA sayesinde Fikir Sahibi Damaklar ile tanıştım, onların tartışma platformundan neler neler öğrendim. Şimdi bir oğlumun yemekleri, bir de sıradışı, yeni tarifler bendeniz tarafından üretiliyor:) Zaten oğlumun yemeyi seveceği yemekleri günler öncesinden düşünmek, ciddi cidii gözlem yapmak ve inovasyon ortaya koymak eminim ki IQ'umda dönemsel artışlar sağlıyordur, sinüs eğrileri gibim, e işleyen demir ışıldar:)
Annem, ki top chef/ baş aşçıdır, neredeyse tüm yörelerden pişirir. Bir profesyonel edasıyla beğendiklerini etüd eder, yılların tecrübesiyle harika lezzeler ortaya koyar.İşte bu annem bana çok çok şaşırıyor.
Neden mi?Çünkü ben bunca mutfak tembeli bir insanım. Fırsat bulduğum ilk anda yemek işini birine satarım. Yetmez, pişirdiğim şeyleri hazırlarken de büyük bir aymazlıkla ve gamsızlık içindeyim, o malzeme yok, bu da olur, süt yoksa ayran olur gibi tonlarca numara yaparım. Bir de hiç pişirmediğim şeyleri "Ben de acemi şansı var nasılsa!" diyerek misafire pişirir, önceden prova pişirme seansı falan yap(a)mam. Son günlerde yaşadığımız misafir patlaması için hepsine ilk defa karar verip, bir kısım malzemesini uydur kaydır yapmama rağmen pişirdiklerimin süpper olmasına  şaşırıyor. Bense aslında acemi işi olmayan bu pişirdiklerimdeki acemi şansımın devam etmesini diliyorum:) Ve ipucu veriyorum, keramet bende değil, mutfaktaki ilham perilerim Tijen, Hatice ve Cenk sağolsunlar:)
Mevsim lezzetler için Tijen İnaltong'un bu ve bu kitaplarından çok faydalandım, faydalanıyorum. Pek çok sebze yemeğimi sayesinde ilk defa pişirmişimdir. Sağlıklı beslenmek, mevsiminde tüketmek konusunda yıllar önce ilk kitabından okumuştum.
Hamur işleri ve günlük pek çok güzel tat için Portakal Ağacı ve yazarı Hatice sağolsun, yıllardır hayatımda.
Tatlılarda Cafe Fernando 1 numaram. Ben bir tatlı delisi, Cenk tam bir mutfak adamı. Hiç de didaktik ve sıkıcı olmadan mutfak hakkındaki az bilinen ama ki önemli bir çok bilgiyi anlatır. Arada TR'de olmayan antin kuntin malzemeler kullanıp, beni yeni uydurmalara sürükler. Yabancı pek çok tarifi araştırır ve son gelişmiş versiyonu paylaşır.Şimdi de ilk kitabını yazıyor ki merakla bekliyorum:) Şu kurabiyeyi yemeden lütfen öte dünyaya gitmeyin, çok şey kaçırırsınız! Pişirme şansınız yoksa %70'lik kakaolu 150gr çikolata (marketlerde iki ayrı marka altında satılıyor.) ile uygun zamanda gelin, ben yapayım, çayın yanında beraber yiyip yiyip, ölelim:)
İşte bu halimle ben kendimi aşan bir hareket daha yaptım ki annem duysa artık garanti bayılır, gözyaşları her daim olası bir kampanya için fırsat kollayan teyzem ise kesinkes ağlar. Ancak ve ancak ucundan accık katılacağım önceden belli olan bir partiye börek pişirdim. O gün sabah erkenden bir börek pişirme planım vardı. Oğlum sağolsun sabah 6:30'da uyanıp da kolayca yeniden uykuya gidince ayılmış olmayı fırsat bilip yarım saatte şu böreği attırıverdim. Dünyanın en kolay ve lezzetli böreklerinden, bir de annemin Tül Böreği. Baktım evde Denizhan'ın diş buğdayından kalan ve artık tatile gideceğimiz için tüketmeye kararlı olduğum cevizleri de içine attığımı öğrenen annem ve teyzem ev ekonomisi dersinden bana A verip, duygulandılar. (Ondan bir gün önce de vişneli kek yerine evdeki kuru erik ve armutlarla takas yapmıştım.) Ben de beni sık sık hala çocuk zannetmelerine güldüm içimden ve tadını çıkardım fazladan aldığım aferinlerin :P Parti sahibi ise, belki nezaketinden, öve öve bitiremedi, sağolsun. Yani artık kendi evime yettim de taştım...
Fotoğraf ucundan katıldığımız partiden. Neden ucundan katıldık, nedne iki dirhem bir çekirdek giyindik, onu da sonra anlatacağım:)

Çarşamba, Temmuz 07, 2010

Saç kesimi - Pro

Gelecek hafta tatile gidiyoruz. Denizhan'ın kıvır kıvır saçlarına 7 mahalle bayılsa da, yapma,etme,kıyma deseler de, artık tavrımı koydum, önemli olan bu konuda "estetikten ziyade fonksiyon". Çok terletiyor bu saçlar onu! Temmuz 13'den itibaren 2 aya yakın zaman Bodrum'dayız, sıcak, çok sıcak olacak. O zaman kestirelim desek, oralarda çocuk kuaförü bulur muyuz hiç bilemedim. Hadi gidiyoruz o zaman!
Bu oğlumun ilk seferi değil ama geçen seferki ilk traşımız basitti. Denizhan daha küçüktü, annesi bir cesaret girişip ense ve yanları alıvermişti. Daha oğlum 4 aylıkmış o zamanlar.
Şimdi o kadar hareketli ki yanına makasla sokulmaya cesaretim yok. İşi bir bilene bıraktık. Bana bir önlük, sonra kucağımdaki oğluma bir önlük, koltuğa oturduk. Önce fıs fıs spreyle abisi Denizhan'ın saçlarını ıslatırken bu çok hoşuna gitti. Sonra önüne hiç görmediği oyuncaklar gelince, onları sesi de makasın şıkırtısını kamufle edince, bizimki pek bir şey anlamadı. Biraz durumun ayırdına varır gibi olunca hemen oyuncağı değiştirdik. Çok güzel oldu bence ve artık koyu değil orta kumral görünüyor saçları.
Alttaki fotografta da berberin yemekten dönmesini beklerken Denizhan'ın ilk defa bindiği ve bayıldığı tahta at- yok pardon plastik at:)
Bunca önleme rağmen sanırım içine kaçan saçlar yüzünden dönüşte arabada çok ağladı. Gene bir ilke imza atıp, ben de tatile gitmeden bikini deneme bahanesiyle eski bikinimi çektim, beraber duşa girdik. Bugüne kadar hep kendi plastik küvetinde yıkandığı için gürül gürül gelen suya bayıldı. Diğer türlü kovayı doldur, küvete maşrapayla dök, boşalt filan çok çok adım. Çok pratikmiş bu duşa beraber girme yöntemi...

Not1:Duşa beraber girmek ve çıplaklık konusunda düşünürken güzel bir yazı okumuştum ki esası çocukla ilgili tüm konularda geçerli. Duşa siz nasıl rahat ederseniz öyle girin diyordu, önemli olan rahat etmek. İster çıplak, ister mayoyla, ister size özel bir yöntemle. Ben seçenekler içinden mayo/bikiniyi işaretledim.

Not2: Ben de bikiniye sığabilmeme bayıldım- itiraf ediyorum- bu kadar çok kilo vermenin deri üstünde biraz muhallebi efekti var. Bir kaç hafta yüzdükten sonra daha iyi olacak.Yüzebilir miyim acaba bizimkinin peşinde koşarken? Denizhan'ın ilk doktoru ZK ile sohbet sırasında, biraz boş ve hatta gereksiz bir muhabbet anıma denk gelmiş herhalde ki "Kilo versem de eski bikinilerimi giysem keşke." dediğimde, "Sen bir annesin, Anne bikini giymez!!!" demişti. Ben de ağzım açık bakmıştım mentaliteye. Ben zaten ikisini de giyerim de, size ne???
Neyse ZK duymasın ama :), gene de Denizhan'ın peşinde Mayo ile koşturmak daha kolay olur kumsalda diye bir iki mayo almaya karar verdim. De bilirsiniz, kadınların mayo alışverişi zordur. Tependeki spotların altında bayılarak giy-çıkar-giy-çıkar deli bir iştir. 1 yıla yakın zamanda ancak hamilelik kilolarımı verdiğimden, bir önceki sene de hamile olduğumdan neredeyse 2 senedir giyemediğim giysilerime kavuşunca yeni bir gardrop hediye edilmiş gibi oldu. Hiç alışverişe çıkmıyorum kendime. Şimdi bu mayo işi can sıkıcı. Acaba nerede en güzel modeller, en makul fiyatlar, bol beden seçeneği ve güler yüzlü personel bulabilirim? :)

Salı, Temmuz 06, 2010

200 adet Top, altıntop, senden başka çözüm yook...

Ben Denizhan'ı oyun parkına mümkün değil bırakamıyorum. Benim dışımda kim bıraksa tamam. Ama ki evde yalnızız, tuvalete gideceğim, yemeğe 2 dakikacık bakacağım, "Oğlum oynasan burada?" , yok, ne mümkün, ağlıyoruz, hem de çok ağlıyoruz. Ama 2 dakika?
Babası bir çözüm buldu. Music Together'dan çıkışta arabayı Göztepe Parkı'nda bırakıp, "Aaa şuraya da bakalım, bir de  şuraya." diyerek tee Caddebostan'a yürüdük. Babası bu yukarıda anlattığım duruma çare olarak 200 topu yüklendi ve o sıcakta aynen geri yola koyulduk. Ağır değil ama çok hacimli yük, en son sırtına vurdu: "Bitmez benim bu Cevat Kelle'liğim!" diye diye döndük:)
Ne oldu sonuçta? Bizimki başkası oyun parkına koyunca gene oynuyor.Iııh, ben koyunca gene girmiyor içine... Ağlasak mı, gülsek mi? Ne umutlarımız vardı toplardan yana:)
Bu karikatür de bugün mail yoluyla geldi, çok güldüm, Latif Demirci'nin herhalde:

Pazartesi, Temmuz 05, 2010

Bilim Dünyası'na hediyem olsun...


Yok biz değiliz bilim adamı. Zaten kendi adıma statükoyla derdim olduğu için akademisyenliğe falan da hiç heves etmedim. Arka kapıdan kargoyla gönderiverirlerdi beni. Demek istediğim başka bir şey.
Denizhan doğduktan sonra acayip şeyler icat etme isteğim ortaya çıktı, tesadüf ki eşim Ali'de de. Mesela bebek her ne kadar salisede bir yattı, kalktı, altına s*çtı ve bunların arkasında bir patern var mı diye bir bilim adamı edasıyla merak etmiştim. E böyle bir alet bizde olmasa da ABD'de varmış. Iphone'da uygulama da var yeni farkettim bu konuda.
Başka düşüncelerim de oluyor. Evet Bebek uykusu bizim evde kutsal mesele, belki her anne için Kutsal Kase? İnanamazsınız ama bazı akşamlar bizim fındığı dışarıdan gelen sesler yüzünden uyutamayacağız diye korkuyorum. Oysa önemli onun uykusu, o uyudukça büyüyecek, o uyudukça anne kafa dinleyecek:)
Ama özellikle yaz gelip de pencereler gece gündüz açık kalmaya başlayınca, benim de kabuslarım başlıyor:) Neden mi?
Kadıköy ve Üsküdar'ın canına ot tıkayan bir imar planıyla yapılan bitişik nizam apartmanlarda oturuyoruz. Arkadaki bahçeler zamanla vahşi yaşam alanlarına dönüşmüş. Bundan bir kaç yaz önce Martılarla Kargların kavga seslerinde kafası zaten sıyrık bir başka apartmanın sakini çifte ile bir kuşu vurmaya kalkışmıştı. Silah sesleri falan ayağa fırladık. Daha kötüsü adam zavallı kuşu yaralamış, sabaha kadar ağladı yavrucak ama cangılda kimse bulamadı. Hala devam eder bu vahşi yaşam koşulları bizde. Gecenin 4'ünde kazlarımız bağrınır, evet kaz da var. Sonra kedilerle kargalar, bazen kedilerle martılar saatlerce tıslar, gaklar, sonra da girişiverirler birbirlerine gecenin karanlığında. Buna bir şey yapamıyoruz, ben bazen bir çiftlikte yaşasak bu kakofoniye bir de inek, keçi eşlik ederdi, demek ki şanslıyız diyerek pollyannacılık oynuyorum.
Bir yaz bir deli komşum dvd ve tv'aini balkona kurmuştu. Bütün yaz kişner gibi sabah kadar gülerek filmler izledi. Oysa ben çıkıp gecenin karanlığında sesleniyorum: "Yarın işe gideceğiz, lütfen saat 5!" Ama cangıl nedeniyle adamın koordinatlarını kestiremiyorum ki gündüz gözüyle kendisiyle konuşayım. Adam muhtemelen çılgın ve histerik kahkahalarından beni zaten duymuyor:)
Başka şeyler de var. Boğaza/ sahile yakın bir semtte oturuyoruz. Misal sahilden kalkan bir gezi teknesi.Hatunun teki almış akşamın 8'inde mikrofonu eline çığrınıyor, "Yeşşiiiim, eğlence buraya haydiii, gel." 10 dakika sonra gene "İstanbul bu geceyi unutamayacak, hayddiiii!" Güzelim affedersin ama İstanbul seni, dün geceyi, dün geceki kendini unutulmaz yapma gayreti içinde debelenen yüzlerce kişiyi ve hatta hepimizi 10 kere unutur ve unutmuştur. Feleğin çemberinden 10.000 kere geçmiş güzel bir kadın olan bu şehir her gün senin gibi dağıtmaya kararlı nice şımarık insan görüyor. Kız çığrınıyor, dağıtmış, tek başına bir eğlence makinesi. "Haruuuun, Tekin'i de aaaal, üst katta eller havadaaaa!"
O an aklıma gelen tek şey pencereye monte edeceğimiz şeffaf bir film. Bu film yok gibi, görüntüyü engellemiyor, ama dışarıdan istenmeyen sesleri kesiyor. Kuş sesi, komşum Hatice Teyze'nin sesi gelsin, ona göre programlayabileliım.
Gecenin devamında ben içeride, oğlum bizimle yatmaya geri döndüğünden beri çalışma masamla işgal ettiğim onun odasında çalışıyorum. Ali ise ezan sesi duymu, hayrola bu saatte? diyerek balkona kendini atınca bu sefer de bir erkeğin Çile Bülbülüm'ün uzuun ve cesaret isteyen "Çileeeeeeeğ" bölümünü söyleyerek bir gezi teknesiyle boğazdan geçtiğini anlamış. Komik yani. Hiç akla gelmez ama o sesler hep Yeni Rakı reklamındaki gibi güzel güzel ulaşmıyor işte karadakilere. Bet sesi düzeltemiyor ki deniz:)
İstanbul hava sahasının giderek yoğunlaşması da kabul edilebilir düzeyde, en azından bizim coğrafyada. Askeri helikopterler biraz korkutuyor bizimkini ama merak da ediyor bir yandan.
Ali ile bugün konuştuk bu bilimsel icatları, bir kaç şey daha vardı. Ama unuttum, belki sonra eklerim bu yazıya:) Özetle "Dağılın uleyn, uyusun oğlum!!!" Bilim adamları da var güçleriyle bu konulara eğilsin ,lütfen: Bebek Uykusu ve Uykuyu kesintisiz hale getirmenin/ uzatmanın yolları.
Bizim ufaklıktan notlar...
*2 gündür istediklerini parmağıyla gösterip, bir de "Uh" gibi bir ses yapıyor.
*Yemek yememesinin sıcakta ılık bile olsa yemeği çekici bulmadığından olduğunu anladım. Yoğurtla karıştırarak her şeyi yiyor.
*Yeni yardımcı ablamıza alışıyoruz. Ona güvenebilirsem çalışma hayatına dönüşüm içime daha çok sinecek, tabi her ne zaman döneceksem:)
Not: Alın bol bol fotograf işte...:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...