Pazar, Ağustos 29, 2010

Ruhuma dokunanlar...

Cep telefonundan yazmaktan içim bayıldı. Haftaya İstanbul'dayız. Belji bayram da geçirince, belki ôncesinde, artık foto roman tadında (yalan valla, fotograflı yazı demeliydim.)yazılarımıza geri döneceğim.
Din ve spritüalizm konularında bir ömürdür debelenip, sonunda rahat ettiğim bir yer buldum. Kafam da kalbim de rahat, selim bulduğum yerden. Arada bununla ilgili şeyler yazmak isterim de biraz daha olgunlaşsın/olgunlaşayım.
Bunlarla ilgili hoşuma giden bir söz- unutmamak için de kaydetmiş olayım:
Beklemekte olduğun şey,Ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir.
Bu, evrenin; "sen bakarken soyunamıyorum" deme şeklidir.
Küçük İskender

Iyi ki var sanatçılar, şairler, ressamlar. O kadar güzel ifade etmiş ki, ben ancak sayfalar dolusu konuşup gene de ulaşamazdım karşimdakine, hele de böyle soyut konularda.Bunu gönderen Özlem ablaya da teşekkürler.

Pazar, Ağustos 22, 2010

YÜ-RÜ-YO-RUM ama nereye?

Denizhan artık yürüyor. Yani bunun varsa bilimsel tarifi, kıstası nedir bilemiyorum ama tutunmadan 7 adım atabiliyor.Hiç bir yere tutunmadan. Biraz tedbirli, biraz tezcanlı ve emekleme şampiyonu oluşundan -tahminimizce- bu zamana bıraktı yürùme çalışmalarını:)
Bugün tek başıma bir güzel götürürüm umuduyla elime aldığım MUZa 7 adım atınca paylaştık tabi muzu.
Esas bomba ise başka. Evvelki gün kuzeni B'nin elindeki NUTELLA'ya 5 adım atmıştı ki bu bizim ilk uzun mesafe yürüyüşümüz olarak kayıtlara geçmişti. Oysa bilmiyor ve umud ediyorum daha bir süre bilmeyecek o şahanenin tadını - ben tadına bile bakmıyorum bağımlı hale dönüşmemek için. Ama kokuyor işte meret!
Oğlum anan baban o yollardan geçti, bak uyarmadı deme, yürüdüğün yol yol değil! Di mi ama, semizotuna yürü, kerevize yürü:)

Cumartesi, Ağustos 21, 2010

Neler neler...

Cep telefonundan yazi yazmak çok sıkıcı, hem de çoook zor!Gene de en büyük derdim resim ekleyememek.
Tarihe not düşülsün:Kendinden işaret dili bilen bir nesil aramızda.
Bugün girdiğimiz fırında bizimki iki sülalenin de hakkını verecek hamur düşkünlüğü ile simidi işaret etti. Ama önce parmaklarını ağzına götürüp yeme işaret yapıp sonra simitleri gösterdi:) Uyanık ve ağız tadına düşkün bebek seni:)

Çarşamba, Ağustos 18, 2010

Fikrin mühim, OY'un mühim!

Fikrin mühim, OY'un çok çok mühim!
Sen bir kişisin ey okur,
Zannettiğinden çok fazlasın.
Hatta bir de silkinip kalkiversen referandum günü tozlanmış sandalyenden
Göstersen kendini
Desen ki "Yeter bizi güttüğünüz, davar değiliz biz!"

Ülkemi satmayın, oğlum ve tüm bebeklerin bir geleceği, seçme hakkı olsun!
Aklınız karışıksa referandum hakkında, buyrun buradaki yazıyı 5dk'da okuyun.

Pazartesi, Ağustos 16, 2010

Kişilik, pişik...


Bebekler -bence- karakterlerinin ana hatları belirlenmiş olarak doğuyorlar, ister DNA transferi deyin, ister kader. Denizhan'ın bir saniyesinin bile kendi ilgisini çekmeyen bir aktivite ile harcanmasına tahammülü yok. Alt değiştirmeler hep kriz bizim için. Ama ciddi krizler, zaman zaman 2 kişi ancak bir bebeğin altını değiştirebildiğimiz zamanlar hiç de az değil. Gülmeyin olur mu öyle şey diye, başınıza gelir:) Doktorumuza bunu söylediğimizde, eski Türk filmlerinde Avrupalar'da okumuş karakterin bu entellektüel(!) altyapısını vurgulamak için katılan hafif bir aksan ile verdiği cevap: "Ah ne hoş, joy of exploration!" dedi. Neymiş meali derseniz, "Ah ne mutlu size ki bebeğiniz keşfetmeye karşı çok ilgili ve mutlu, ki o zamanları boşa kayıp kabul ediyor.". 

Gene bir çözüm bulamamış ben-annenin aklına Eureka diyerek oğluna bu zamanlarda kitap okutma fikri geldi. Evet evet sonuç gayet başarı görünüyordu, ama sadece 3 alt değiştirme seansında işe yaradı.
Alt değiştirme demişken isilikle ilgili bir not:
Denizhan ağustos doğumlu. Yazın en sıcak günlerini yaşamış bir bebek olmasına rağmen, anne sütü alması ve günlük banyosundan sonra asitliği %0.2'lik özel zeytinyağı ile yağladığımızdan sanırım, hiç öyle önemli miktarda isilik olmamıştı.
Tam da 1 yaşını kutladığımız bu zamanlarda son 3 haftadır dehşet bir isilik problemimiz ortaya çıktı. Ne yapsak önünü alamadık. Burada bulduğumuz zeytinyağlarının asitidesinin yeterince düşük olmamasından şüphelendim önce. Ünlü bir bebek markasının bebe yağını içime pek sinmese de bir kaç gün denedim, işe yaramadı. Doktorumuzu aradım, "Oh, dipaer rash!" (Oh, bebek bezine bağlı tahriş.) dedi" bir krem önerdi, aldım baktım içinde kortizon var, hiç elimi sürmek gelmedi içimden, sürmedim de. Zaten pek ilaç, kozmetik ürün kullanma taraftarı olmasak da baktık iş ciddi, bez tahrişine karşı Desitin kullanmaya başladık tekrar. Sonra 3 ayrı firmanın bebek bezi denedik. Hatta Klorinsiz Bebek Bezi - Chlorine Free Diaper olarak önerilen Seventh Generation sipariş etmeyi düşündüm. Sonra sevgili Amazon'un bu kalemde de TR'ye gönderim yapmadığını öğrendim. Of derken, TR'ye gönderilmeyen ürünleri getirtmenin iki kanalını öğrendim. Emziren Anneler platformunda sevgili Püren annenin önerisi Borderlinx ve arkadaşım Çisem'in önerisi Amerika'dan iste
Tam sipariş vereceğim "Puff!" isilik ve neredeyse bölgesel kızarıklıklar yok oldu. Zanlı ıslak mendiller kanımca.

Şöyle ki, oğlumuz doğduktan bir süre sonra ıslak mendilleri terk edip poposunu yıkamaya başlamıştık. Yazlıkta Banyoya merdivenle çıkıldığı için -günde kaç kere denize girip, duş alınıyor nasılsa rahatlığının da etkisiyle- arada ıslak mendile geri dönmüştük. Tekrar terk ettik ıslak mendilleri ve pişikler de mucizevi şekilde yokoldular. (Mucizevi derken - insan vücudunun kendini yenileme hızı inanılmaz demek istiyorum.:)) Deniz suyu da iyi geliyordur iyileşme hızında bittabi.

Salı, Ağustos 10, 2010

Sahilde 3 - Sahilden Kız Kaçırma

Denizhan yürümek konusunda pek temkinli. Ancak yumuşakça olan zeminlerde ayağa kalkıp o artık yanmış tombik bacaklarını titrete titrete adımlar atıyor. Sonra puff popo üstü düşüyor:) Ayakta kalkmak hoşuna gidiyor ki süreyi uzatmaya çalışıyor.

Saraydan Kız Kaçırma'nın bizim sahil versiyonunu yaşadık dün. Günde iki kere sahile gidince, bir de bebek olunca sahildeki herkesle ve özellikle küçük çocuğu olan anne-babalarla tanışıyorsunuz. Acaip bir sosyal çevre ediniveriyor, tüm çocukların da ablası, teyzesi oluveriyorsunuz.
Öğleden sonraki deniz sefamızda Denizhan'a yardımcı ablamız da geliyor. Hem kendi de denize giriyor, hem ben yorulunca o oynuyor.
Gene bu sahilde tanıştığımız hanımlardan biri ve annesi uzun zamandır bizim yardımcı ablamızı gözetlerlermiş. Arada sohbet edip hal hatır sorduğumuz bu insanları bizim ablamızla sahilde uzun uzun sohbet ettiler dün, bizden 4 şemsiye uzakta diyeyim. Daha doğrusu sohbet ediyorlar zannettim. Meğerse "gel bizimle çalış, biz yardımcımızdan memnun değiliz." diye aklını çelmeye çalışırlarmış.

Şaşırdım gene. Aklıma gelmez kendi çıkarım için başkasına zarar verecek şeyler. Kaldım. Gidip iki kelime laf etsem dedim, vazgeçtim, faydasız, neye yarar? Muhtemelen sahilden kız kaçırmayı düşünüp, gözümün içine baka baka yapan, laf cambazlığında da benden üstündür. Boşverdim. Ama canım sıkılıyor insanın insana ettiğine edebileceğine, ayrı.

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

Sahilde 2 - Kocanın eşini Rus gibi göreni

Kuzenime göre blogger'lık ekspresyonist bir eylem. Yani "bir nevi teşhircilik" diyecek aslında da beni sevdiğinden dilli varmıyor anlaşılan. O zaman tam gaz devam...:)
Henüz yeni yetmeydim. Gazetelerde şimdiki gibi magazine sayfalar, ayrı gazeteler, ekler ayrılmıyor, bir iki sütun ancak. Daha iyi günlerimizmiş. Sonra magazin, manken, Bebek'de yemek, futbol derken toplum hafızamızı iyice sildiler ya.
Neyse o eski magazin köşesinde yazılmış ki Eva Herzigova'nın bacak boyu 140cm. Ben o günlerde taş çatlasın 150cm'im. (E zaten bugünler de 161cm'im:) Yazılanı okuyup kendimle mukayese edip şaşırdığımı hatırlıyorum: "Vay, ne uzun kadın demek ki?" diye.
Bu pozu tatile ilk geldiğimiz günlerde Ali çekmiş. Gören herkes vaay dedi, "İnsan eşini bu kadar mı sever? Bacak boyunu Rus gibi çekmiş." Güldük, haklılar :) Biraz göbekte hamilelik sonrası edit edilemeyen katmancıklar sırıtıyor tabi. Bir süre daha sırıtsınlar. 25 kilonun yükünü at(abil)mışım üstünden, olacak o kadar:)
Burada da  OİP'in rusları.

Pazar, Ağustos 08, 2010

Sahilde 1 - Bebelere özgürlük...

Sahildeyim, sabah saatleri, kumsal bomboş, deniz tertemiz. Denize girmek için bence günün en güzel zamanı. Günde iki kere Denizhan'ı denize götürüyoruz. Sabah 9-11 arası ve 15'den sonra bir kez daha. Gider gitmez bir tur deniz sefası. Sonra bizimki sahilde kumsalda kendince oyunlar oynuyor. İzlemesi çok keyifli. En çok da dizleri acımasın diye şempanze gibi dört ayak üstünde sağa sola gidişine gülüyorum. Hala 2 adımla kısıtlı yürümemiz, hep acelesi olduğu için, yürümekte de usta olmadığı için vakit kaybı geliyor, hemen çömeliveriyor 4 ayak, pıtır pıtır. Bizim acelemiz yok, istediğin zaman yürürsün:)


Sonra bu keyifli zamanın filmi kopuyor. Sahildeki taş, kumdan sonra sırada gördüğü şeyi ağzına atmaya kalktığı an ben havada üç takla, bir depar atıp elinden kapıyorum o. Nesne sigara filtresi! Fotografta dev anası gibi gölgem oğlum üstünde ya, tam bu şekil oluyoruz ondan sonra.


Sinir oluyorum sinir. Kimler yapmıyor ki bunu? İçiyorlar sigaralarını pıt gömüyorlar kumsala. Sadece sigara değil, bira kapakları, su şişesi, kapakları, boy boy torbalar. Ya bırakıveriyorlar ya da gömüyorlar sahile. Bazen de denize uçuveriyor. Peki ne oluyor arkamızda bıraktıklarımıza?
Bir cam şişe doğada 4000 yıl, plastik 1000 yıl, çikletyıl, bira kutusu 10-100 yılsigara filtresiyıl süreyle yok olamıyor. 
Ayrıca sigaranın içinde 5.500 farklı çeşit toksik maddenin önemli bir kısmı içene geçerken, önemli bir kısmı da sahilde bıraktığınız sigaranın filtre kısmında kalıyor. Veee orada hiç bir şeyden habersiz sakince oynayan bir yumurcağın herşeyi ağzına attığı gibi kendisini de atmasını bekliyor. Neden? Çünkü bu çocuk oral döneminde, kumu, taşı bile en güçlü duyusuyla tanımak istiyor. 
E annesi senin elin armut mu topluyor? Bittabi toplamıyor ama istediğim mümkün mertebe ona düzgün bir ortam sunup müdahale etmeden özgürce oynamasını sağlamak istiyorum. Şu meretten sizi nasıl soğutacağımı bilmiyorum. Sahilden, denizden fırsat buldukça bir takım nesneleri toplayıp çöp kutusuna atıyorum ama bunun göle maya çalmaktan ne farkı var ki?


Not1: Sahildeki diğer anneleri izlemek de enteresan oluyor. Mesela biri 2.5, biri 4.5 yaşında iki çocuk sahile varır varmaz koşmaya başlıyorlar kumsalda. Zzzzt! Müzik gene duruyor. Anne sesleniyor sertçe: "Çabuk gelip ayakkabılarınızı giyin, yoksa ayağınıza cam batar!" Şaşırdım ilk bunu duyduğumda. Ama haklı belki de, biz sahile ve de denize neler neler atan bir milletiz.


Not2: Sigara Tiryakisi ve emziriiyorsanız AyçA'nın bu yazısını okuyun lütfen.


Not3: Denizhan'a mayo giydirmiyorum. Bir mailde sorulmuştu. Bu ilk gün heveslerimizden. Zaten bizimkisi karardı artık:)

Tatil budur...

Aklımdan geçen bir çok cümle var. Oysa Denizhan'la yapılacak çok şey de var. O zaman cümleleri akşama saklarım. Akşam olunca da oğlumu uyuttuktan sonra gecenin serinliğinde ayağımı uzatırım, kitap okumaya dalıp, bloga dair cümlelerin ucunu kaçırırım.
Sonra gene gün doğar. Sahilde falan gördüklerimle, Denizhan'ın yaptıklarıyla gene yazasım gelir. Gündüz vakit olmaz, gece pc'ye dokunulmaz. Böyle sürer...
Fotograftaki gibi OSHO okuyorum, çok iyi geldi bana. Anneliği fazla ciddiye aldığımı farkettim, keyif almaya çalışmak yerine. Bir de kendimi de çok didiklemiyorum artık, öyle mi yapmalı, böyle mi yapmalı. BI-RA-KI-YO-RUM bu -meli, -malı, lazım tipi kalıpları! (Duy da inanma, arada ağzımdan kaçarsa hoşgör!)
Oysa oğlanın doğum günü de geçti. Aklımdan geçen bir çok cümle, yüklenecek pek çok resim var...:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...